Esad rejiminin çökmesinden sonra The Guardian Gazetesi, “Şii hilalin çöktüğünü ve Türk dolunayının yükseldiğini” yazdı.
Donald Trump ve Batı Avrupalı medyanın R.T.Erdoğan’ı övmesiyle birlikte AKP medyasında yeni Osmanlıcılığı aratmayan bir propaganda eşliğinde TC Ortadoğu’nun merkezine yerleştirildi. Şii cephenin öncü gücü İran ise kaybedenlerden sayılarak küçültülmüş ve böylece küçülten tarafın büyük görünmesi sağlanmıştır.
Ekonomik krizle ve enflasyonla boğuşan ve beka fobisinin zirvesini yaşayan Cumhur İttifakı’nın bu tür psikolojik harekâtla gündemi, ekonomiden “başarılar”la dolu dış politikaya kaydırmaya çalıştığı aşikâr. Bu doğrultuda Şii hilalin yerine Sünni cepheyi genişletmeye heveslenen AKP-MHP iktidarının bölgesel ve küresel dengeler gözönüne alındığında, çok fazla hareket alanı olduğu da söylenebilir.
Yanı sıra Şii cephenin, son 1500 yılda sık sık olduğu gibi, bölgesel ya da yerel dengelerden dolayı rafa kaldırılmasının, bu cephenin çöktüğü anlamına gelemeyeceğini söylemek mümkün.
Ortadoğu’nun sınıfsal, cinsel, etnik, gerilimler ve çatışmalara dayalı güç savaşlarının son beş bin yıldır, ağırlıklı olarak dini biçimlerle tezahür ettiği söylenebilir. Arap İslam Devleti’nin Ortadoğu hakimiyetiyle birlikte sınıfsal, dinsel/mezhepsel ve etnik çatışmaların yarattığı Haricilik, Şiilik ve Sünnilik ana kollar olarak günümüze kadar politik arenalarının merkezinde yer almıştır.
Genelde devletle özdeşleşen Sünniliğin özellikle 20. yüzyılda anti-sömürgeci ve ulusalcı hareketlerin de doktriner temeli olabilmesini de dikkate almak gerekir.
Hariciler, Kuzey Afrika’daki seferlerle erirken, varlıklarını Umman’da sürdürmüştür. Ortadoğu’nun geri kalan kısmında Şii-Sünni çatışmaları genelde ezilenlerle-ezenler arasındaki mücadelenin dinsel biçimli tezahürleri olmuştur. 760 yılında Arap İslam devletini ele geçiren Emevilerin, hanedanlığı ikame etmesi ve Arap ırkçılığını devlete içkin kılmasıyla Arap olmayan Müslümanlar (Mevali) sık sık isyan ederek bir direniş geleneği oluşturmuştur.
“Peygamberin kızı Fatma ve oğulları Hasan ile Hüseyin’in kutsanışına” eşlik eden bir teolojik damarın eşlik ettiği Şiilik, bir devletle özdeşleşene kadar genelde ezilenlerin doktrinel rehberi olmuştur.
Önce Mısır’da Fatimi devletiyle sonra İran’da Safevi, Kaçar, Pehlevi Hanedanlarıyla ve en son da 1979’da Ayetullah Humeyni liderliğindeki molla rejimiyle özdeşleşen Şiilik -Ali Şeriati’nin ifadesiyle- Halk Şiası ile Devlet Şiası olarak bölünmüştür.
Dinin kurumsal gücünü takiben, pek çok iktidar odağının Ortadoğu’da hakimiyetini kurup politik dengelerin/arenaların merkezinde yer alabilmesini dolayısıyla sınıfsal çelişkileri, dinsel, cinsel, etnik gerilimlerle birlikte ele almadan Ortadoğu’yu derinlikli ve çok boyutlu anlamak/değiştirmek mümkün olamamaktadır.
Şii ulemanın (din adamlarının/erkeklerinin), en etkili olduğu iki ülkeden birisi olan İran’da nüfusun % 60’ı İmamiye/Şii iken; diğer ülke olan Irak’ta bu oran % 75’tir. Suriye’de % 12, Lübnan’da % 38 oranında Şii bulunuyor.
Ancak Şii nüfusu fazla olup da İran devletinin etkisine –Suriye, Lübnan, Irak’taki gibi- girmeyen Bahreyn’de % 60, Suudi Arabistan’da % 10, Kuveyt’te % 40 oranında Şii bulunuyor. (Ortadoğu Yıllığı: 2009; Küre Yayınları ile Rağbet Yayınları’nın Ortadoğu Yıllığı: 2017)
Bereketli Hilali’de oluşturan Şii Hilali, Lübnan, Suriye, Irak ve İran olarak anılıyor. Coğrafi olarak bu hilalde yer almayan ancak İran devletiyle sıkı bağları olan Husiler, Yemen’in kuzey batısında egemendir. Husiler, Şiiliğin Zeydilik koluna bağlıdır. İsrail ve ABD karşıtlığı ekseninde İran devletiyle ittifak kuran Husiler, Yemen’deki Sünnilere karşı güçlenebilmek için de bu ittifakı önemsiyor.
Her Şii grup, yerel devletlerle böylesi ittifaklar kurduğundan güç savaşları/ilişkileri, genelde bu ittifaklara dayalı biçim alıyor. Bu, Ortadoğu’nun din savaşları diyarı gibi görünmesini/algılanmasını sağlıyor. Bu görüngü sınıfsal, dinsel, etnik kimlikler, Ortadoğu’daki devletlerin ya dini ya da etnik kimlikle özdeşleşmeleriyle politik arenaların merkezinde de yer alabiliyor.
Şii cephe ile Sünni cephenin yeniden dizayn edildiği Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) sürecinde yeniden ortaya çıkan bu kutuplaşma, iki küresel blokun yani ABD ile AB devletleri bloku (Batıcı Blok) ile Rusya ile Çin bloku (Doğucu Blok) arasındaki rekabetin Orta Doğu yansıması olarak değerlendirilebilir.
2000’lerin başlarında hızlanan bu kutuplaşmada doğucu blokun yanında yer alan İran devleti, Şii Cephesi’nin öncülüğünü temsil ederken; Suudi Arabistan, batıcı blok ve Sünni Cephenin temsilcisi olmuştur. 2011 yılına kadar gündemde öne çıkartılan dini/mezhepsel görünümlü gerilimler, “Arap Baharı”yla birlikte başka boyuta evrilmiştir.
Suriye iç savaşı ise bu gerilimlerin ana odaklarından birisi olmuştur.
Diğer taraftan fiili Irak işgalini sonlandıran ABD’nin, Şii tarikat, aşiret ve partilere dayanan Irak politikası, Sünni Kürtlere dayalı politikasıyla içiçe girmiştir.
Lübnan’da Sünni-Muruni/Hristiyan cephesinin, Şiilerin kadim ortağı olan Dürzileri yanına çekmesi, Çin’in Kuşak Yol Projesi’nin güvenliği için dini gerilimleri azaltma politikasına paralel ABD’ye bağlı Körfez İşbirliği Teşkilatı (KİT) devletleriyle daha fazla ticari ilişki geliştirmesi, “soğuk savaş”ın iki kutuplu siyaset tarzının daha çok zayıflamasına paralel iki kutuplu dünyanın yerine grift ticari, siyasi, askeri ilişkilerin hakimiyetini genişletmesini beraberinde sağlamıştır.
Suriye iç savaşı ve bu savaşın müdahillerinden Lübnan Hizbullah’ı ile Iraklı Şii milisler dolayısıyla Şii Cephe’nin Ortadoğu’nun geneli açısından sürekli zayıflayan ivmeyle etkisini kaybettiği ve Esad rejiminin yıkılışıyla daha çok zayıfladığı söylenebilir.
Bu zayıflığı Şii-Sünni kutuplaşmasına dayalı gerilimin zayıfladığı şeklinde değerlendirmek daha doğru olur. Özellikle Çin’in, Filistin’deki çatışmalar için doğrudan devreye girmesi, kanlı bıçaklı olan İran ile S.Arabistan’ı barıştırması, Suriye’deki iç savaşın sonlanmasını istemesi vb. girişimler artık bu mezhepsel gerilimlerin zararının faydasından çok olarak görüldüğünü gösterir.
Rusya ile Çin’in veya İran’ın Esad rejimine kestiği desteği bir de bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Çin, gerilimsiz ya da daha az çatışmalı bir bölgeyi Kuşak Yol için gerekli görürken; Ukrayna’daki kazanımları koruyup kalıcılaştırmak ve Ortadoğu’da diğer devletlerle derin ilişki kurmak isteyen Rusya, Şii-Sünni cephesinin gerilimlerini azaltma ihtiyacı hissettiği ileri sürülebilir.
Bu çerçevede değerlendirdiğimizde Şii cephenin zayıfladığını söyleyebiliriz. Öte yandan beş bin yıllık devletli toplum tarihinde Ortadoğu’da güçlü/yayılmacı devletlerin kadim politikası olan “Böl-Parçala-Yönet” politikasının ana damarlarından birisi olan “dini kimliği” hiçbir devletin tamamen rafa kaldırmayacağını öngörmek gerekir.
Ayrıca bu dini cepheleşmenin bölgesel ve küresel etkiler boyutuyla zayıflatılmış olması, yereldeki tüm dini/mezhepsel gerilimlerin de aynı oranda zayıfladığı anlamına gelmemelidir. Yereldeki iktidar odakları Şii-Sünni gerilimi dahil olmak üzere her türlü dini, etnik, sınıfsal gerilimi kendi egemenlikleri için kullanmaya devam etmektedir.
Bu sebeple çöken bir cepheden söz etmektense, yerine ikame edilen farklı bağlar, ilişkiler ve dengeleri görebilmek önemlidir. Suriye gibi kritik bir bölgenin/ülkenin kaybedilmesi büyük bir kayıptır ancak doğucu blokun son 20 yılda dünya genelinde nüfusunu -batıcı bloku zayıflatacak eksende- sürekli artırmasına paralel Ortadoğu’da farklı ticari, siyasi, askeri ilişkiler geliştirdiği hatırlanırsa, yakın zamanda Suriye gibi bir kaybın telafi edilmesinin mümkün olabileceği düşünülmelidir.
Çin, Körfez devletleri başta olmak üzere bütün Orta Doğu ve Afrika’da nüfuzunu artırırken, Rusya da gerek askeri gerek ekonomik açılımlarını Çin ile genelde eşgüdümlü yürütmektedir. Bu iki devletin, BRICS ile batıcı blokun üyelerini bile kendileriyle hareket etmeye ikna edebilmesi (BAE ve S.Arabistan’ın BRICS’e üye olması vs.) bu açıdan değerlendirilebilir.
Özetle Şii Hilali önemli oranda zayıflatılmışsa da bu bir son değildir. Her zamanki gibi Ortadoğu’da süreç yeniden başlamıştır.