Güncel

SÖYLEŞİ | “QSD, Türkiye’nin Saldırı Gerekçelerini Ortadan Kaldırıyor!”

HDP eski milletvekili Ferhat Encü ile Ortadoğu’daki gelişmeler üzerine tartışma fırsatı bulduk.

Encü, sorularımıza cevap verirken “Kürtler, binbir emekle ortaya çıkardığı, binlerce insanın yaşamını yitirdiği IŞİD karanlığından aydınlığa çıkan yapıyı korumak istiyor” şeklinde vurgular yapı.

– Ortadoğu’da özelde de Rojava’da ciddi gelişmeler yaşanıyor. Bir taraftan Türk devleti çeteler aracılığı ile özerk bölgelere yönelik saldırı ve işgal girişimlerine devam ediyor. Minbiç’te yaşananların ardından Kobanê yakınlarında da çatışmalar artmış durumda. Bu kargaşa ortamında Mazlum Kobane’nin “silahlardan arındırılmış bölge oluşturmaya hazırız” açıklaması neyi hedeflemektedir?

Ferhat Encü: 13 yıldır süren bir savaş var Suriye’de. Ve dolayısıyla Esad’ın devrilmesiyle birlikte yeni bir yapı ortaya çıktı. HTŞ öncülüğünde oluşturulan yeni bir yapı var. Dolayısıyla bu yeni yapı üzerinden kimi güçler, Suriye’nin geleceği yönünde kimi adımlar atmaya çalışıyor.

Herkes orada bir şeyler söylemeye çalışıyor. Haliyle bu adım ve dengeler Rojova’yı da etkiliyor. Özelikle Türkiye’nin tehditleri, yönelimleri, orada oluşan büyük bedeller sonucu oluşan yapıyı tasfiye etmeye çalışıyor. Gerekçe olarak da PKK gösteriliyor. Oradaki yapıyı PKK ile eşdeğer tutuyor ve bunu bir saldırı gerekçesi haline getiriyor.

Uluslararası güçler de buna yönelik bir tutum içerisine net olarak girmiyor. Haliyle Mazlum Kobane’nin ifade ettiği şekilde, Türkiye’nin saldırılarını bertaraf etmek amacıyla Türkiye’nin saldırı gerekçesi haline getirdiği meseleleri boşa çıkarmak adına kimi söylemler geliştiriyor. Kimi çözüm önerilerini ortaya koyuyorlar.

Türkiye diyor ki; “Suriye’de oluşacak Kürt yapısı bizim güvenliğimizi tehdit ediyor.”

“Bizim Türkiye ile bir sorunumuz yok. Bizden Türkiye tarafına atılmış bir kurşun bile olmadı. Biz diyalog kurmak istiyoruz, sorunlar varsa bunu diyalog yoluyla çözmek istiyoruz. Haliyle tehdit algısı oluşturacak şeylerimiz varsa da gelin tartışalım” diyerek öneri sunuluyor.

Türkiye diyor, “Sınırlarımızda silahlı güçler istemiyoruz.” “O zaman buyrun, Amerika’nın denetiminde sizin de dahil olmadığınız ama sizin de gelip işgal etmeyeceğiniz bir yerde bizim de kendi silahlı güçlerimizin çekildiği silahsız bir bölge oluşturalım. Bu bizim samimiyetimiz, siz de doğru adım atın.”

Dolayısıyla bu çözüm önerisi Türkiye’nin saldırı gerekçesi haline getirmek istediği gerekçeleri ortadan kaldırıyor tamamen. Türkiye saldırısını ortadan kaldırmaya yönelik bir söylem olduğunu ifade edebiliriz. Tabi bu söylemle birlikte Ortadoğu’daki yeniden dizaynın oluşturması ekseninde oradaki yapıyı korumaktır.

Kürtler, binbir emekle ortaya çıkardığı, binlerce insanın yaşamını yitirdiği o IŞİD karanlığından aydınlığa çıkan yapıyı korumak istiyor.

Dolayısıyla bu koruma refleksi ile her türlü çözüm önerilerine açık olduğunu ifade ederek aynı zamanda samimiyetini ortaya koyuyor. Orada oluşacak yeni bir çatışmanın Kürtler açısından oradaki yapı açısından tehlike arz ettiğini belirtiyor.

Kendileri açısından oradaki statüyü ya da orada oluşan yönetimi tehdit eden en büyük gücün Türkiye olduğu ve Türkiye’nin desteklediği çeteler

olduğunu ifade etmekte yarar var. Dolayısıyla buna karşı bir adım atmaya çalışıyor. Bu yönden bakmak gerekiyor.

 

Siyasi dengelerin ve haritaların değiştiği bir dönemdeyiz!

– Türkiye’nin bu saldırılara paralel ülkede “barış eli uzatma, yumuşama” gibi söylemleri neyi ifade ediyor? Gerçeklik nedir?

– Bu tabi çözüm süreci, 1 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin DEM Eş Genel Başkanlarının el sıkışmasıyla başlayan bir tartışmadır. Bu tartışmayla birlikte özelikle 23 Ekim’de Bahçeli’nin meclis kürsüsünden, “Öcalan gelsin, mecliste konuşsun” önerisiyle birlikte daha da alevlenen bir sürecin olmasıydı. Devlet Bahçeli bu süreci, bir inisiyatif süreci olarak ele alıyor.

Ama dayattığı şey, kullandığı söylemler tamamen Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesini önceleyen bir yerde yaklaşımı içerisinde.

Haliyle D.Bahçeli’nin bu söylemleri ve tutumu, Suriye’de oluşan ve gelişen gelişmelerdir. Belki kendi açısından öngörüsüdür. 27 Kasım’da çıkan bir sonuç vardı. Bunu öngören bir yaklaşımda duran, buna denk düşen bir yerde durmak istiyor. Haliyle de Bakur sahasında DEM Parti’yi bir çizgiye çekme, devamında PKK’yi de bir noktada tutmaya yönelik bir söylem geliştirmeye çalışıyor.

“Öcalan gelsin mecliste konuşsun, PKK’yi tasfiye ettiğini söylesin, bu mesele bitsin” diye kendi açısından öneri geliştiriyor. Ama Kürtlerin de DEM Parti’nin de Kürt özgürlük hareketinin de yaklaşım biçimi nettir. Tasfiyeye asla izin vermeyiz. Ama çözüme de siyasal diyaloğada hazır olduğunu ifade etti. Sonuna kadar da sayın Öcalan’ın arkasında olduklarını ifade etti. Yapılan bir görüşme vardı. Ömer Öcalan’ın görüşmesi.

Orada sayın Öcalan’ın ifade ettiği iki vurgu var; “Daha hala tecrit bitmedi. Teorik ve pratik olarak güçlüyüm. Eğer imkan verilirse şartlar ve koşullar ve zemin oluşturulursa bu meseleyi çözerim.” Devlete mesaj gönderdi.

Haliyle bunun olabilmesi için Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülebilmesi için zeminin hazırlanması gerekiyor. O da tecridin kalkmasıyla, siyasi heyetlerin İmralı’yı ziyaret etmesiyle ancak çözülebilir. Ama aynı zamanda uluslararası güçlerin Ortadoğu’daki müdahalesi ve siyasi dengelerin ve haritaların değiştiği bir dönemin içerisindeyiz.

Türkiye de orada bir pozisyon kapma derdindedir. Ortadoğu siyasetini ilgilendiren etkin güçler vardır. Daha doğrusu çok etkin bir güce sahip olan Kürtler vardır. Kürtler üzerinde en büyük etki yaratan sayın Öcalan’dır. Haliyle Öcalan’ın Kürtler üzerindeki etkisini kullanmak istiyorlar.

“Türkiye, devlet, samimi bir yönelimde midir?” diye sorarsanız ya da Kürtlerin kara kaşına kara gözüne mi hayranlar? Bence hayır.

Tamamen Ortadoğu’da ve özelikle Suriye’de yaşanan gelişmeleri kendi lehlerine çevirme süreci veya adımı olarak değerlendiriyorum. Türkiye’nin hem içte hem dışta yaşadığı ciddi çıkmazlar vardır.

Ekonomik ve dışta yaşadığı politik çözümsüzlük ve yanlızlaştırma onlara bu adımı attırıyor. Yeni bir nefes alma adımı olarak da algılamak gerekiyor Türkiye devleti açısından. Tabi karşısında da bunu bilince çıkaran, iyi okuyan bir hakikat var, bir gerçek var.

O hakikat ve gerçek sayın Öcalan’dır. Ekim ayından bu yana bir çözümden bahsediyoruz fakat bugüne kadar somut bir adım atılmış değil.

 

Herkesin kültürü, dili ile yaşadığı özerk bölgelerin olması çatışmaları durdurur!

– Suriye’de denklem nasıl gelişebilir sizce? Aleviler, Durziler ve Kürtler açısından nasıl bir süreç yaşanabilir?

– Suriye çok kültürlü bir yapıya sahiptir. Sünniler, Durziler, Aleviler, Süryaniler, Ermeniler, Kürtler o topraklarda yaşayan ve farklı inançlara sahip topluluklar vardır. Suriye’de yaşanan son gelişmelerden sonra bunların durumu ne olacak? Şüphesiz şu anda öngörmek imkansız. Ancak birkaç öngörüde bulunabiliriz.

HTŞ’nin temsil ettiği Sünniler var. Bugün Esad’ı devirdikten sonra şu anda ülkeyi yöneten pozisyondalar. Kendi kurumlarını oluşturan onlardır. İleriki günlerde özellikle Cenevre’de bunlar tartışılacaktır. Bu farklı inançların durumu ne olacak meselesi bence oradaki mücadeleyle ilgili bir meseledir.

Durzilerin, Alevi ve Nusayri halkının mücadelesiyle ilintili bir durumun olacağını düşünüyorum. Çünkü artık şu net ortaya çıktı; Suriye’deki yapı, tek seslilik ya da sadece Sünnilerden ya da Alevilerden oluşan, Kürtlerden oluşan bir yapı gerçekçi olmayacaktır.

Herkesin dini, kendi kültür ve dilinde, kendi yönetim biçimleriyle oluşturulacak bir yapı ancak Suriye’nin geleceği açısından bir çözüm perspektifi sunabilir. Onun dışında sadece “Selefi anlayış ile ben Suriye’yi yöneteceğim” derlerse, o olmaz. Kürtler kabul etmez. Alevi halkı bunu kabul etmez. Ama herkesin kendisini gördüğü, kendi kültürü, dili ile yaşadığı özerk bölgelerin olması oradaki çatışmaları durdurur.

Egemen güçler bunu isterler mi, çok emin değilim. Çözüm perspektifinin bu olması gerektiğine inanıyorum. Kürtler açısından artık bir karar verildiğini düşünüyorum. Orada bir özerk bir yapıya sahip olacağını ifade edebilirim.

Bu özerk yapının konumu ne olacak? Şam’daki hükümetle nasıl bir ilişki içinde olacak vb. bunları da ileriki günlerde göreceğiz. Durziler meselesinde İsrail bu açıdan etkin rol oynayacaktır. Öngördüğüm kadarıyla; İsrail’in kendi himayesine alıp orada otonom veya özerk bir bölgenin verilmesi şeklinde olabilir.

Uluslararası mekanizmalar, güçler bu konuda ne tür inisiyatifler alır, Suriye’nin geleceğinde söz kurma zemini oluştursa Suriye’de barış içerisinde yaşayacaklarını düşünüyorum.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu