Güncel

SÖYLEŞİ | “Ordusu Olmayan Bir Halkın Hiçbir Şeyi Yoktur”

Ş.Eylem Yıldız komutanlarından Munzur Bakır, Suriye yönetiminin düşmesiyle birlikte, Suriye’deki yeni yönetim ve Rojava’daki sürece ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Aralık ayının ilk günlerinde Suriye yönetiminin düşmesiyle birlikte, Suriye’deki yeni yönetim ve Rojava’daki süreç uluslararası gündemin baş sırasına yerleşti.

Ş.Eylem Yıldız komutanlarından Munzur Bakır’a bu sürece dair sorularımızı sorduk.

– Merhaba. Öncelikle Suriye’deki son gelişmelerle başlayalım. Ortadoğu’da artan emperyalist saldırganlık ve halk direnişleri ekseninde Suriye ve Rojava nasıl yer alıyor? Ayrıca gelecekteki olası gelişmelere dair neler söylemek isterseniz?

– Öncelikle Ocak ayının son haftası ölümsüzlerimizi andığımız bir hafta, bu vesileyle ölümsüzlerimizin önünde saygı ile eğiliyor onlara olan bağlılığımızı yineliyoruz. Önder yoldaşımızdan Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar, Cemil Oka, Mehmet Zeki Şerit, Hayrettin Bakış, Ali Uçar, Zeki Uygun ,Yel Dağı şehitleri, Süheyla Dağdeviren, Munzur Keskin, Beşler, Yurdal Yıldırım Haydar Arğal, Murat Tekgöz,  Cengiz İçli ve son olarak Dersim Aliboğazı’nda şehit düşen on iki yoldaşımız ve partimize önderlik ederken görevi başında ölümsüzleşen genel sekreterlerimizden bugüne, kesintisiz yürüttüğümüz bu savaşı sonuna kadar ilk günkü heyecan sabır ve coşkuyla taşıyacağımızın sözünü burada yineliyoruz. Tarih bize yüzlerce ölümsüzümüzün yoldaşı olma onurunu verdi ve biz de tarihe layık olacağız.

Özellikle son iki aydır Suriye dünya gündeminin ilk sıralarında yerini alıyor. Altmış yıllık BAAS rejimi, Heyet Tahrir El Şam’ın (HTŞ) Halep’e yönelik başlattığı “saldırıları önleme karşı saldırısı” ile iki hafta gibi kısa bir sürede çöktü. BAAS rejiminin çöküşü, kamuoyunda ya da uluslararası medyada bu şekilde propaganda ediliyor. Fakat bizler meseleye bu şekilde bakamayız. HTŞ ve ona bağlı cihadist çete grupları ile Baas rejimi arasında bir savaş olmadığı ve yaşanan savaşın da yerel çaplı bir savaş olarak değerlendirilemeyeceği çok açık. Bu açıdan emperyalistler arası rekabetin Orta Doğu’da karşılıklı olarak geliştirdikleri hamleler olarak değerlendirmek daha doğru olur.

Filistinli direniş gruplarının, 7 Ekim 2023 tarihinde siyonist İsrail devletine yönelik gerçekleştirmiş oldukları saldırının sonrasında siyonist İsrail bu saldırıyı gerekçe yaparak kendi bölgesel yayılmacılığına bir zemin oluşturdu. İsrail’in bölgesel çıkarları ile başta ABD emperyalizmi olmak üzere NATO eksenli emperyalist güçlerin çıkarları, bölgenin yeniden dizayn edilmesi noktasında kesişti. Ve tam da bu nedenledir ki, siyonist İsrail devleti başta ABD İngiltere ve Almanya olmak üzere NATO eksenli güçlerden hem mali hem de askeri anlamda büyük destek gördü.

ABD ve AB eksenli emperyalist blok, Rusya’nın bölgede kazandığı avantajlı konumun zayıflatılması ve İran’ın bölgedeki hegemonyasının kırılması gerektiği görüşünde hemfikir olarak hareket ettiler. Bunun için İran’a bağlı “direniş ekseni” olarak isimlendirilen yerel yapılanmaların zayıflatılarak yok edilmesi; İran’ı kendi sınırlarına çekilmeye zorlamak ve Rusya’yı bölgedeki dayanaklarından mahrum bırakarak bölgeden çıkmasını sağlamak gibi nedenler tam da ABD/NATO eksenli emperyalist blok ile siyonist İsrail devletinin çıkarlarının ortaklaştığı yer oldu.

Önce Gazze yerle bir edilerek ve başta HAMAS olmak üzere Filistin direniş gruplarına ağır darbeler vuruldu. Devamında ise Hizbullah’a ağır darbeler vurularak direniş ekseninin Lübnan ayağı çökertilmeye çalışıldı. Burada belli bir mesafe katedildikten sonra Suriye’de cihadist çetelerin ipleri salınarak Şam’ın ele geçirilmesi sağlandı.

BAAS rejimini askeri olarak ayakta tutan güç, Rusya’nın verdiği destek ve Şii grupların bölgede aktif olarak konuşlanmasıydı. 7 Ekim saldırısından sonra Şii grupları İsrail devletinin sistematik saldırıları ile güçten ve takatten düşürüldü. Rusya da büyük oranda bu süreci dışarıdan izlemekle yetindi.

Şimdi Suriye’de durum kökten değişerek bambaşka bir hal almış durumdadır.  DAİŞ ve benzeri cihadist çetelerin Suriye’de merkezi iktidarı ele geçirmesi sadece bir dönemin sonu değil aynı zamanda kanlı bir dönemin de başlangıcı olarak değerlendirmek gerekir.

Artık Suriye’de Rus emperyalistlerinin yerini ABD ve İngiliz tekellerinin aldığını ve bunların yerel dayanaklarının çeteler olduğunu bilerek hareket etmek ve önümüzdeki süreçte bölgesel açıdan bizleri nelerin beklediğini öngörmek gerekir.

Bugün Suriye özgülünde parlatılarak önü açılan HTŞ, Suriye gibi kozmopolit, çok uluslu ve inançlı bir ülkede bütünü kapsayacak bir yapı olmaktan çok uzaktır. Belirttiğimiz gibi HTŞ, Sünni selefi ideolojik bir kökene dayanıyor ve bu ideoloji fetihçi yağmacı ganimet esaslarına dayanan bir yapıdır. Bu yapının klasik anlamda liberal burjuva bir profil oluşturması bile gerçekçi değildir.

Zaten BAAS rejiminin yıkılması, Şii grupların bölgeden çıkmasıyla beraber Alevi inancına yönelik katliamlar başlamış durumdadır. Kendi örgütlülüklerini oluşturmak bakımından Suriye’de en örgütsüz kesim bugün açısından Alevi kesimidir. Ve katliamlar da öncelikle buradan başlatılmıştır. Lokal düzeyde kimi Alevi direniş grupları oluşmuş olsa da henüz bütünlüklü bir yapı oluşturmuş değiller. Bu açıdan Alevi toplumu ancak kendi silahlı örgütlenme ve direniş hattını oluşturarak bu katliamları durdurabilir. Alevilerin kendi öz savunmalarını oluşturmalarından başka kendilerini koruma olanakları yok gibi görünüyor. Hatırlanırsa HTŞ’nin güneyde Dürzi azınlığın yaşadığı bölgelere yönelik müdahale girişimi bölgede Dürzilerin direnişiyle karşılaştı. Dürziler güvence istediler. Dolayısıyla Suriye’de bütün ezilen milliyet ve inançların direnmekten ve bunun için kendi öz savunmalarını örgütlemelerinden başka yolları yok bu koşullarda. Orta Doğu denilen bölgede kendi varlığını korumak için silahlı bir gücün örgütlenmesi kaçınılmazdır. Başkan Mao’nun ifadeleriyle “ordusu olmayan bir halkın hiçbir şeyi yoktur.” Bu sözün doğruluğu bir kez daha kendini kanıtlamaktadır.

– Bu süreçte Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin denetiminde olan bölgede neler yaşandı. Görebildiğimiz kadarıyla HTŞ doğrudan Rojava’ya saldırmadı. Ancak TC’nin doğrudan ya da kendisinin doğrudan örgütlediği ve maaşa bağladığı Suriye Milli Ordusu (SMO) adında selefi cihatçı çetelerin saldırıları oldu. Halende bu saldırılar sürüyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

– Evet bu süreçte Rojava’nın konumu biraz daha farklı bir yerde duruyor. 12 yıldır bölgesel düzlemde otonom bir sistem olarak kendini örgütlemiş askeri ve politik olarak belirli örgütlenmeler yaratmış bulunuyor. Bunun açığa çıkardığı imkan ve fırsatlarla bu yeni süreci karşılamak durumunda kaldı.

Hatta denebilir ki en avantajlı pozisyonda olan bölge Kuzey ve Doğu Suriye Bölgesel Yönetimiydi. Ve böylesi bir süreçte bu avantajlı pozisyonunu ne kadar etkin kullandı? Burası tartışma konusudur. Bu süreçte Minbiç kısa bir sürede kaybedildi. QSD güçleri, Derazor gibi girdiği yerlerden çekilmek zorunda kaldı. Tıl Rıfat Şehba hattından çıkmak zorunda kaldı. Ve bunlar çok kısa sürede yaşandı.

Tüm bu yaşananlara eleştirel bir gözle bakmak gerektiğine inanıyoruz. Ancak tüm bu geri çekilmelerin ardından Rojava Devrimi’nin kaderini değiştirebilecek ölçüde bir direniş başladı.

Tişrin-Qaraqozak hattındaki direnişin devrimin kaderini değiştirebileceğini söylüyorsunuz. Bu direniş Rojava halklarının katılımıyla birlikte farklı bir boyut kazandı. Halk ile savaşçılar aynı mevzilerde farklı şekillerde ama aynı amaç uğruna mücadele yürütüyor. Bu konudaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız?

– Tam da burada Tişrin ve Qaraqozak hattında sergilenen direniş anlam kazanmaktadır. Faşist Türk devleti ve ona bağlı SMO çeteleri Tıl Rıfat ve Minbiç’te elde ettikleri kolay başarıdan sonra bir bütün Rojava ve özelde de Kobane’ye yönelik kapsamlı bir saldırı hazırlığına giriştiler. Kobane, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Bölgesi açısından önemli bir şehir olmasının yanında DAİŞ’e karşı kazanılan zaferin de sembolik şehirlerinden biri. Bu açıdan Kobane’nin ele geçirilmesi askeri, siyasi ve psikolojik açıdan faşist Türk devletine ve ona bağlı çete gruplarına önemli bir avantaj sağlayacaktı. Minbiç’in düşmesinden sonra Karakozak ve Tişrin hattından Kobane’nin kuşatılması ve ele geçirilmesi için yoğun bir saldırı gerçekleşti.

Her iki hatta da QSD ve ona bağlı güçler sağlam bir direniş hattı örgütleyerek güçlü bir direnişle karşı koydular. Gelinen aşamada çetelerin ve Türk devletinin saldırıları önemli ölçüde kırılarak Kobane’nin işgal hamlesi boşa düşürülmüş durumdadır. Gerek Karakozak gerekse de Tişrin savaş cephesinde sergilenen direniş sonucunda çete grupları içerisinde kaçışlar ve dağılmalar söz konusudur. QSD savaşçıları karşısında her gelen çete grubu çok kısa sürelerde ya imha edilmiş ya da kaçmışlardır. En son Özbek gruplarının akibeti de farklı olmamıştır. Faşist Türk devleti, çareyi savaş uçaklarını ve her türlü hava aracını etkin şekilde devreye sokmakta aramış fakat direnişi kırmayı başarmamıştır. Son dönemde hiçbir ayrım gözetmeksizin yoğun bir bombardıman söz konusudur.

Tişrin hattında yaşanan direnişi farklı ve anlamlı kılan en önemli faktör halkın da QSD savaşçılarına destek vererek direniş mevzilerine yürümesi ve bu mevzilerde nöbet tutması olmuştur. Halkın bizzat savaş alanlarına yürümesi Rojava’daki demokratik yapının halk tarafından desteklendiğinin en önemli kanıtı olmuştur. Aslında halk, cephede QSD savaşçılarına desteğini farklı biçimlerde gerek sokaklarda mitingler yaparak gerekse de cephede savaşçılara yemek yapıp göndererek bir şekilde ortaya koymuştur fakat bunun daha ileri bir aşaması direniş mevzilerinde yerini almasıdır.

Faşist Türk devleti ve çetelerinin halkın bu sahiplenmesine dönük tahammülsüzlüğünü bizzat halkımızın bulunduğu alanları savaş uçakları ile bombalayarak katliamlar gerçekleştirerek göstermiştir. Faşist Türk devleti, katliamcı yüzünü Tişrin’de bir kez daha göstermiştir. Yirminin üzerinde insan katledilmiş onlarca insan da ağır yaralanmıştır. Halen de saldırılar sürmektedir.

Halkın savaş mevzilerine yürümesi kuşkusuz son dönemin en devrimci hamlesi olmuştur. Mevzilerde savaşan savaşçılar açısından da büyük bir moral kaynağı haline gelmiştir. Haklı ve haksız savaş ayrımı bir kez daha direnen bir halk gerçekliğinde açığa çıkmıştır. QSD savaşçıları bu savaşın haklı tarafı olarak gücünü tam da bu halktan alıyor.

Savaş tekniği belirli bir dönemdir sürekli ve hızlı bir gelişim halindedir. Özellikle drone sistemlerinin savaş alanında kullanılmaya başlamasıyla birlikte savaşın biçimi büyük değişimler gösterdi. Türk devleti de bu sistemi kullanmaya başlaması ile birlikte özellikle gerilla karşında görece bir avantaja kavuşmuş oldu. Türk devleti ırkçı faşist propaganda eşliğinde artık savaşan devrimci güçlerin kendi karşısında hiçbir çarelerinin olmadığını iddia ederek bitirme tarihleri yayınladılar.

HPG güçlerinin basit drone sistemleri üzerinde karşıt teknik saldırı araçları geliştirmesi ile birlikte Türk devletinin artık yenilmezlik propagandası da tarihin çöplüğüne atılmış oldu. Aynı şekilde QSD güçlerinin de drone sistemlerini etkili şekilde kullanmalarıyla beraber savaş cephelerinde çeteler karşısında önemli bir avantaj ve başarı sağlanmış durumdadır. QSD savaşçılarının adını Brusk koydukları kamikaze dronelar bugün çetelerin ve tabi ki faşist Türk devletinin korkulu rüyası olmuştur.

Aslında yaşanan savaşın doğasına oldukça uygundur. Her teknik kendi karşı tekniğini de yaratarak gelişiyor. Türk devletinin TB2’lerine karşı Bruskler savaşın seyrini değiştiren bir özellik taşıyor.

– 26 Ocak Kobane’nin DAİŞ çetelerinden özgürleştirilmesinin 10. yıldönümü. O dönemdeki direnişle bugünkünü ele aldığımızda nasıl değerlendirirsiniz?

Evet, 26 Ocak Kobane’nin DAİŞ çetelerinin işgalinden kurtuluşunun onuncu yıl dönümü ve bugün yine Kobane faşist Türk devleti ve DAİŞ artığı çetelerinin tehdidi altındadır. O gün nasıl ki DAİŞ saldırılarına karşı hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde savaş mevzilerinde herkes yerini aldıysa bugün de aynı şekilde Türk devletinin ve onun cihadist çetelerinin işgal saldırıları karşısında da tereddütsüz şekilde yer almakta.

Aslında on yıl öncesi DAİŞ işgali ile bugün Türk devletinin işgal tehdidi arasında özde bir fark yok. Tek fark, ilkinde Türk devleti verdiği askeri mali destekle yetinirken bugün doğrudan kendisi işgal etmeye girişmektedir.

DAİŞ’e karşı Kürt halkı ve savaşçıları, destansı bir direniş sergileyerek DAİŞ’in yenilgisine giden yolu açtılar. O dönem yoldaşlarımız da bu destansı direnişin bir parçası olarak tarihe partimizin adını yazdılar. Her ne olursa olsun Kürt ulusunun kazanımlarının korunup savunulması için partimizin direniş çizgisine layık olacağımız bilinmelidir.

Bugün şartlar on yıl öncesine nazaran pozitif anlamda farklı bir yerde durmaktadır. On yıl öncesine göre halk daha fazla örgütlenmiş ve Rojava demokratik ulusal kazanımlarının bir parçası haline gelmiştir. Kobane halkı, kendi kazanımlarını koruyup savunacak bir bilinç ve özveriye sahiptir. Bunu son iki aydır Kobane halkı gösterdiği olağanüstü çaba ve sergiledikleri fedakarlıkla göstermiştir.

Eğer faşist Türk devleti on yıl öncesi düştüğü yanılgıya tekrar düşerse bu onun için sonun başlangıcı olacaktır.

TC devletinin saldırılarına karşı Rojava Devrimi savunmasının Türkiye devrimi ile ilişkisini nasıl kuruyorsunuz?

– Orta Doğu bölge olarak geçişkenlikleri fazla olan bir coğrafyadır. Ve bundan dolayıdır ki herhangi bir yerde yaşanan bir gelişme diğer parçaları doğrudan etkilemektedir. Söz konusu Kürt ulusal sorunu olduğunda bu gerçeklik daha fazla ön plana çıkıyor.  Kürt sorunu bölgesel çapta bir sorundur. Bu açıdan Rojava Kürt ulusal devrimi elde etmiş olduğu kazanım ve gelişimi ile başta Türk devleti olmak üzere bölge gericiliğinin zayıflatılmasında önemli bir yerde durmaktadır. Rojava devrimi ile Türkiye’de demokratik halk devrimini Kürt ulusunun özgürce ayrılma hakkının elde edilmesi ekseninde değerlendirmek gerekir. Rojava’ya yönelik Türk devletinin ilhakçı işgalci saldırılarının kırılması faşizmin geriletilerek yenilgisini hızlandıracak bir faktör olacaktır.

Türk devleti, bugün, Rojava’da Kürt ulusal kazanımlarını ve olası bir Kürt statüsünü kendisi için yıkıcı bir tehdit olarak algılamakta ve bu kazanımların ortadan kaldırılması için elinden geleni yapmaya çalışmaktadır. Bunun için Suriye’de yayılmacı ilhakçı bir politika izlemekte ve Kürt ulusal hareketini tüm bileşenleri ile birlikte tasfiye etmek istemektedir.

Bunun için farklı yol yöntemlerle her türlü politikayı devreye sokmuş bulunuyor. Fakat her politikanın hizmet ettiği yer çöktürme ve imha etme stratejisidir.

Rojava’ ya yönelik saldırıların yenilgiye uğratılması şovenizmin surlarında kapatılamaz gedikler açarak farklı dinamikleri harekete geçirme potansiyeli yüksektir.

Her kesimden insanların farklı düzeylerde de dahi olsa Rojava Kürt ulusal demokratik kazanımlarını savunması ve bunun için harekete geçmesi gerekmektedir. Şovenizm yok edilmeden Türk ulusundan işçi ve emekçilerin kendi kurtuluşları söz konusu olmayacaktır. Şovenizme karşı mücadele ezilen ulusların ve milliyetlerin özgürce ayrılma hakkının savunulmasından geçmektedir.

TC ve SMO çeteleriyle yürütülen savaşta bir taraftan direniş önemli bir düzeye gelirken diğer taraftan da şehitler veriliyor. Parti ve Devrim Ölümsüzlerini Anma Haftasını böylesi bir süreçte karşılıyorsunuz. Son olarak bu konudaki duygu ve düşüncelerinizi paylaşır mısınız?

Savaş cephelerinde ve de Türk devletinin hava saldırılarında son iki ayda savaşçı ve halktan yüzlerce insan şehit düştü. Büyük bir fedakarlık ve özveriyle özgürleştirilmiş toprakları savunmak için ön saflarda büyük bir savaş veriliyor. Bir kez daha son iki aylık gelişmelere baktığımızda yukarıda da ifade ettiğim üzere Başkan Mao’nun “ordusu olmayan bir halkın hiçbir şeyi yoktur” tezi Suriye’de bir kez daha ispatlanmış bulunuyor.

Partimiz de yarım asrı geçkin silahlı mücadele tarihi boyunca halkın ordusunu yaratmak için yüzlerce kadro ve savaşçısını ölümsüzlüğe uğurladı. Gerçek özgürlüğün ancak onu ellerimizden alanları yok edecek bir orduyla geleceğinin bilincindeyiz. Ölümsüzlerimiz bunun için savaştı, bizler de bunun için savaşmaya devam edeceğiz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu