Ocak ayının son haftası içindeyiz. Ocak ayı, enternasyonal proletarya ve ezilen dünya hakları açısından sadece yeni bir yılın ilk ayı olması açısından değil, bu ayda yaşamını yitiren ya da faşist kurşunlar ve işkencelerle katledilenler nedeniyle de önemli bir aydır. Örneğin 1917 Ekim Devrimi’nin büyük önderi V.İ.Lenin, 21 Ocak 1921’de ölümsüzleşmiştir.
Yine Alman işçi sınıfının ve enternasyonal proletaryanın önderlerinden Roza Luxemburg ve Karl Liebknecht 15 Ocak 1919’da gece Berlin’de gözaltına alındıktan sonra işkenceyle katledildiler.
Ocak ayı Türkiye proletaryası ve ezilen halkı için de önemli bir aydır. Türkiye proletaryasının ve ezilen halkının komünist önderlerinden M.Suphi ve 15’ler 28-29 Ocak 1921’de Karadeniz’de İttihatçı-Kemalistler tarafından vahşice katledildiler.
Proletarya partisi ve halk ordusunun ilk komutanı Ali Haydar Yıldız, 24 Ocak 1973’de faşist kurşunlarla ve yine proletarya partisinin ve komünist kadın mücadelesinin önder kadrolarından Meral Yakar 25 Ocak 1973’de işkenceyle katledildi.
Dolayısıyla Ocak ayı hem dünya hem de Türkiye proletaryası ve ezilen halkları açısından sömürüden kurtuluş, bağımsızlık, devrim ve sosyalizm mücadelesinde önemli bir zaman dilimidir.
Kuşkusuz enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halklarının mücadelelerinde ölümsüzleşenlerimiz sadece Ocak ayı içinde aramızdan ayrılmamışlardı. Yılın her günü sınıflar mücadelesi tarihinde ölümsüzleşenlerimizle doludur.
İnsanlığın sömürüden kurtuluş, özgürlük, devrim ve sosyalizm için mücadelesi sırasında ölümsüzleşenlerimiz o kadar çoktur ki, her birinin ölümsüzleştiği zaman diliminde anılması imkansızdır. Bu nedenle Ocak ayının son haftası, bu tarihsel önemi de dikkate alınarak devrim ve komünizm mücadelesinde ölümsüzleşenleri “Anma Haftası” olarak ele alınmaktadır.
Dolayısıyla bu hafta vesilesiyle başta coğrafyamız olmak üzere, işçi sınıfı ve ezilen dünya halklarının mücadelelerinde ölümsüzleşen her bir ilerici, devrimci ve komünisti anıyoruz. Onlar insanlığın sömürüsüz, sınıfsız ve sınırsız dünya özleminin birer kanıtı ölümsüzleşmişlerdir.
Diğer bir ifadeyle maddenin binlerce yıllık hareketinin, sınıflı toplumlar gerçeği içinde ezilen sınıfların mücadelelerinin somut ürünüdürler. Bu anlamıyla insanlığın sömürüsüz, sınıfsız ve sınırsız dünya mücadelemizin şahididirler.
Devrim ve sosyalizm mücadelesinde ölümsüzleşenlerimizi belli bir zaman diliminde yoğunlaşmış olarak anma gerekliliği tamamen nesnel koşullarla ilgilidir. Çünkü “kavgamız” yeni değildir. Sınıflı toplum gerçeği ortaya çıktığından itibaren sürmektedir.
Ve dahası “kavgamız en sonuncu kavga” da değildir. İşçi sınıfı ve ezilen halklar iktidarı aldıktan sonra da proletarya iktidarı koşullarında devrimler sürecektir. Bunun anlamı ise yolun uzunluğu, binlerce devrimin gerekliliğidir.
Çok değil iki yüz yıl öncesine kadar tarih denilen anlatılar manzumesini gerçek bir bilim olarak insanlığa kazandıran K.Marks ve F.Engels; 21 Şubat 1848’de yayınladıkları Komünist Manifesto’da o güne kadar ifade edilmemiş bir gerçeği şu kesin ifadelerle ilan ediyorlardı; “bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.”
Toplumlar tarihi açısından bu sırrın ifşası beraberinde sınıflar mücadelesi içinde, öncesinde ve sonrasında ezenden değil ezilenden yana olan ve tam da bu mücadele içinde oldukları için ölümsüzleşenlerin hatırlanmasını ve anılması önemlidir.
Çünkü işçi sınıfı ve ezilen dünya halkları, yaşamak zorunda bırakıldıkları bütün olumsuz koşullara rağmen halen bir gelecekten bahsedebiliyor ve dahası yarına umutla bakabiliyorsa bunu geçmişten günümüze kanları ve canlarını sınıflar mücadelesi içinde feda eden; bazılarının adını dahi bilmediğimiz ölümsüzlerimizin mücadeleleri ve nihayetinde fedakarlıkları sayesinde olmuştur.
Bu nedenle onları ve devrimci miraslarını sahiplenmek ve mücadelelerini anmak aynı zamanda yeniyi yaratma mücadelesinin bir parçasıdır.
“Gökyüzüne fethe çıkanlar”!
Dünya tarihinde ilk işçi iktidarı olan 26 Mart 1871’de kurulan Paris Komünü’nden günümüze, işçi sınıfı ve ezilen dünya halkları birçok kez iktidarı ele geçirmişler ve kendi iktidarlarını kurmuşlardır. Paris Komünü 72 günlük iktidar deneyimiyle kendinden sonra başta 1917 Ekim, 1949 Çin Devrimi ve devrimci bir iktidar döneminde ilk büyük devrim olan Büyük Proleter Kültür Devrimi gibi insanlık ve sınıf mücadeleleri açısından son derece önemli ve tarihsel devrimlerin önü açtı.
Paris Komünü’nden günümüze işçi sınıfı ve ezilen halklar sayısız kez başkaldırdı. Yenilgiler yaşadı ve zaferler kazandı. İktidarlar kurdu ve iktidarlar kaybetti. İnsanlığın sömürüsüz, sınıfsız ve sınırsız bir dünya uğruna mücadeleleri kah yükselerek kah geriye çekilerek devam etti. Bu mücadelelerde milyonlarca insan ölümsüzleşti.
Proletaryanın ve ezilen halkların büyük önderi V.İ.Lenin, Paris Komünü’nü değerlendirirken K.Marks’ın komünarları “gökyüzüne fethe çıkanlar” olarak tariflediğinden bahseder ve şunları ekler: “Ne var ki, Marx, kendi deyimiyle ‘gökyüzüne fethe çıkan’ Komüncülerin kahramanlığı karşısında coşku duymakla yetinmedi. Devrimci kitle hareketini, hedefine ulaşmamış olsa bile, çok büyük önem taşıyan bir tarihsel girişim, dünya proletarya devrimindeki belirli bir ileri adım, yüzlerce program ve tartışmadan daha önemli bir pratik adım olarak gördü. Marx, kendi önüne, bu deneyimi çözümleme, ondan taktik dersleri çıkarma, kendi teorisini onun ışığında gözden geçirme görevlerini koydu.” (Lenin, Devlet ve Devrim, Yordam, s. 53-54)
Dolayısıyla bugün bizler açısından “gökyüzüne saldıran” ölümsüzlerimizi anmak demek işçi sınıfı ve ezilen hakların sınıf mücadelelerini incelemek, hatalarından dersler çıkarmak ve somut olarak bu mücadeleler içinde ölümsüzleşenlerimizin her birisinin yaşam öyküsünden, pratiğinden öğrenmeye devam etmektir.
Onların emekleri ve en nihayetinde canlarını verdikleri pratik bir düzine programdan daha değerli ve anlamlıdır. Unutmamak ve tekrar tekrar hatırlamak gerekir ki bugün insanlık halen yeniyi yaratma mücadelesinde tarihi tekerleğini ileriye doğru itiyorsa bu, bu uğurda ölümsüzleşenlerimiz sayesinde olmuştur.
O nedenle devrim ve komünizm mücadelesinde ölümsüzleşenlerimizi anmak demek onların pratik tecrübelerini tekrar tekrar gözden geçirmek demektir. Onların mücadele pratiklerini ve yaşamlarını geniş kitlelere anlatmak, örnek olarak göstermek gerekir.
Bu yapılabildiği oranda geniş kitleler kurtuluşun gerçek yolunun ne olduğunu göreceklerdir.
Ölümsüzlerimizin binlerce programdan daha değerli olan mücadele pratikleri bugün hem uluslararası alanda hem de coğrafyamızda yaşanan gelişmeler nedeniyle daha önem kazanmış durumdadır.
Emperyalist kapitalist sistem bir yandan yeni bir paylaşım savaşına hazırlanırken diğer yandan ise kendine biat etmeyene tasfiyeyi dayatmaktadır. Bilinen ifadelerle “ya bendensin ya da düşman” denilmektedir. Emperyalist kapitalist sisteme karşı en ufak bir itiraz bile “terörizm”le yaftalanmakta ve itiraz sahipleri ortadan kaldırmak için her türlü müdahale meşru görülmektedir.
Dolayısıyla günümüz koşullarında kapitalist emperyalist sistem, yeni bir emperyalist paylaşım savaşına hazırlanırken, başta emperyalist kapitalist sistem olmak üzere her türlü gericiliğe karşı mücadelede ölümsüzleşenlerin pratiği bizler açısından dayanak noktamız, ilham alacağımız mirasımız, örnek alacağımız pratiklerin sahibidirler.
Somut durum yeterince açıktır. Bugün ezeli ve ebedi ilan edilip insanlığa dayatılan ve kanıksattırılmaya çalışılan özel mülkiyet rejimi kriz içindedir. Krizin nedeni özel mülkiyet hakkının kutsanması ve kâr hırsının meşru ilan edilmesidir.
Bu nedenledir ki insanlık ve toplumlar tarihi içinde bulunduğu koşullarda bir avuç milyarderin yanında milyarlarca insanı açlığa ve yoksulluğa maruz bırakmış durumdadır. Dünyanın en zengin insanları giderek daha da zenginleşmekte, milyarlarca insan ise açlık çekmektedir. Örneğin 2024 yılı için dünya genelinde 2 bin 769 olan milyarder sayısının karşısında 3.6 milyar kişi yoksulluk seviyesinin altında yaşamaktadırlar. Bunun anlamı milyarlarca insan için yaşamanın anlamının sadece ve sadece hayatta kalma mücadelesi içinde olmasıdır.
Nitekim Oxfam’ın raporuna göre, Dünya Bankası’nın günlük 6.85 dolar yoksulluk sınırının altında yaşayan insanların sayısının bugün dünya nüfusunun yüzde 44’üne denk gelen yaklaşık 3.6 milyar kişi olduğu belirtilmektedir. Ayrıca her 10 kadından biri aşırı yoksulluk içinde (günlük 2.15 doların altında) yaşamaktadır.
Bu da 24.3 milyon daha fazla kadının erkeklere kıyasla aşırı yoksulluk çektiği anlamına gelmektedir.
Ve unutmamak gerekir ki bahsi edilen bu zenginlerin serveti işçi ve emekçilerden, yoksul halklardan çaldıklarıdır. Nitekim Oxfam’ın raporunda zenginlerin servetinin büyük bir kısmının çalışarak kazanılmadığı, aksine “çöküldüğü” belirtilmekte çünkü yüzde 60’ı miras, “adam kayırma ve yolsuzluk” ya da tekel gücünden geldiği ifade edilmektedir.
Servetin yüzde 18’inin tekel gücünden kaynaklandığı hesaplanmaktadır.
Kısaca bir avuç kişi için özel mülkiyet hakkı için milyarlarca insan barınma ve beslenme gibi en temel insan haklarından mahrum bırakıldığı gibi temiz içme suyuna dahi ulaşamamaktadır. Milyonlarca insan sadece ve sadece yaşamını sürdürmek için yaşadıkları yerleri terk etmekte ve göç yollarına düşmektedir.
Covid-19 pandemisi sürecinde olduğu gibi milyarlarca insan sağlık haklarına erişemediği için katledilmektedir. Pandemi döneminde uygulanan politikalar, kapitalizmin ekonomik krizini daha da derinleştirmiş durumdadır.
Kriz nedeniyle emperyalist tekellerin temsilcisi devletler uluslararası alanda pazar paylaşımı ve hakimiyet mücadelesi için doğrudan ya da işbirlikçi gerici güçleri aracılığıyla vekalet savaşlarına yönelmektedir. Bu savaşlarda yüzbinlerce insan katledilmekte, milyonlarcası yaralanmakta ya da zorla yerlerinden edilmektedir.
Kapitalist emperyalizm yeni bir paylaşım savaşına hazırlandığı ve bu savaşın ön hazırlıkları olarak Doğu Avrupa’da ve Orta Doğu coğrafyasında doğrudan askeri çatışmalara girdiği bir sürecin içindeyiz. Rusya’nın Ukrayna işgali her iki taraftan da yüzbinlerce ölü ve yaralı bırakarak devam ediyor.
Ukrayna’da ABD-AB ve İngiliz emperyalistleriyle Rusya (ve Çin) emperyalistleri açıktan savaşıyorlar. Orta Doğu coğrafyasında batı emperyalizminin temsilcisi olarak kurulan ve konumlandırılan Siyonist İsrail devletinin Filistin ulusuna ve TC faşizminin Kürt ulusuna yönelik katliam saldırıları devam ediyor. Siyonist İsrail, canlı yayın eşliğinde Filistin ulusuna yönelik özellikle Gazze’de soykırım uyguluyor. TC devleti Suriye’de Kürt ulusunun kazanımlarını yönelik katliam saldırılarını sürdürüyor.
Suriye’de iktidara getirilen selefi cihatçı çeteler başta Suriye halkı olmak üzere, bölge halklarına yönelik yeni katliamlar için makyajlanıp, “bizim çocuklar” olarak formatlanıyor.
Onlar yürünmesi gereken yolun şahididirler!
Yarı sömürgelik koşulları altında Türkiye toplumu özel mülkiyet rejiminin insanlık dışı koşullarını daha derinden yaşamaktadır. Son olarak Bolu’da yaşanan ve tamamen kapitalist kâr hırsının ürünü olan yangında 78 insan göz göre katledilmesi örneğinde olduğu gibi, Türkiye halkı her gün bir katliama maruz kalmaktadır.
İki yıl önce 6 Şubat’ta yaşanan depremlerde olduğu gibi on binlerce insan bir gecede kapitalist rant hırsı uğruna katledilmektedir. Sadece savaşlar nedeniyle değil, deprem, sel, yangın gibi önlenebilir ya da en az kayıpla atlatılabilir doğa olaylarında binlerce insan göz göre göre katledilmektedir.
Sadece bunlar da değil. Türkiye pazarını emperyalist ve komprador sermaye için karlı bir yatırım alanına dönüştürme amacıyla uygulanan politikalarla her yıl binlerce işçi, iş güvencesinden yoksun olarak çalıştırıldıkları için iş cinayetlerinde katledilmeye devam ediyor.
Erkek egemen kapitalist düzenin sürgit devamı için kadınlara yönelik katliam ve farklı cinsel yönelimlere yönelik nefret cinayetleri artarak sürüyor. Komprador kapitalist düzenin bekası adına hakim ulusun ve hakim inancın imtiyazları titizlikle korunuyor. Bu nedenle Kürt ulusuna ve ezilen milliyetlere, Aleviler başta olmak üzere ezilen inançlara yönelik inkar ve asimilasyon politikası ısrarla sürdürülmektedir.
Halk gençliği işsizlik, paralı eğitim, barınma ve sağlıklı beslenme koşullarından uzak bir geleceksizliğe mahkum edilmiş durumdadır. Kapitalist rant uğruna doğa ve çevrenin tahribatı tüm hızıyla devam ettirilmektedir.
TC rejiminin insanlık ve halk düşmanı pratiklerine dair pek çok şey söylenebilir. Örnekler aktarılabilir. Ancak her şey bir yana devletin kendi istatistiklerine göre bile 2002-2023 yılları arasında toplam 5.990 kişinin “geçim zorluğu” nedeniyle özkıyıma başvurduğu ifade edilmektedir.
Yıllara göre incelendiğinde ise 2001 ve 2008 ekonomik kriz dönemlerini izleyen yıllar ile pandemi dönemince gözle görülür yükseliş olduğu anlaşılmaktadır. En temel insani gereksinimlerini karşılayamadığı için insanlar çaresizce kendi canlarına kıymaktadırlar.
Özcesi insanlık ve halk düşmanı bir rejimle karşı karşıyayız. İnsanlık düşmanı bu rejime karşı çıkmamak, her çeşit yol ve yöntemle halka dayatılan bu koşullara karşı örgütlenerek mücadele etmemek suçtur. Her gün şu veya bu nedenle katledilmemek, asgari ücret adı altında sefalet ücretiyle ay sonunu getirmeye çalışmamak toplamda ise insanca ve onurlu bir yaşam için mücadele etmek zorunluluktur. Bu insanlık dışı düzene karşı mücadele etmek değil mücadele etmemek suçtur!
İşte ölümsüzlerimiz bizatihi kendi mücadele pratikleri ve en nihayetinde kendi yaşamlarını vermeleriyle yapılması gerekenin ne ve yürünmesi gereken yolun hangisi olduğunu göstermişlerdir. Onlar ki, yürünmesi gereken yolun somut şahididirler.
Bu anlamıyla ölümsüzlerimiz anmak; devrimi örgütlemek geleceği kazanmak demektir.
Ölümsüzlerimizi anmak; yaklaşan fırtınaya hazırlanmaktır. Ölümsüzlerimizi anmak; örgütlenmektir.
Ölümsüzlerimizi anmak; örgütlülüklerimizi sağlamlaştırmak demektir.
Çünkü onlar, “Ölümsüzler Albüm”ünde birer sayfa, duvarlara asılı resimler ya da hafızalarda silikleşen anılar değillerdir. Belli tarihlere sıkıştırılmış günlerde hatırlanıp, duygu ve düşüncelerin dile getirildiği sonra da başka bir tarihe dek unutulan isimler hiç değillerdir. Onlar, sınıflar mücadelesi içinde ağır bedeller ödeme pahasına elde edilen devrimci bilincin sonucu ve birikimidirler.
Her bir günümüz ve pratiğimizde, yola çıkıp karşılaştığımız her bir sorunda her daim başvuracağımız deneyim ve tecrübelerimizdir. Mücadele içinde güç alacağımız ve dahası karşımıza çıkan sorunlarda başvuracağımız devrim öğretilerimizdir.