Lanetli ülkede önce hakikatin kalemi kırılmak, kamerası karartılıp gazetecileri susturulmak istenir. Siha’lar önce eli kamera tutan özgürlük savaşçılarını hedef alır. Çünkü zulüm en çok hakikatten korkar.
Bilinir ki hakikat, karanlığı delen ışık gibidir. Hakikat bir tohumdur. Toprağa, suya düştüğünde bire yüz verir. Direnişe can verir. Çünkü tarih tanıktır ki, işgalci zalimler insanlardan önce hakikati katlederek zulme başlar. Ancak her daim olduğu gibi unuttukları bir gerçeklik vardır. Yürekleri güneş kadar büyük, gün yüzlü, gül yüzlü devrimci gazetecileri öldürerek hakikat yere serilmez! Onurlu iki özgür basın emekçisini katlettiğini düşünenler her daim olduğu gibi yine yanıldılar. Çünkü hakikat daha fazla gün yüzüne çıktı.
Bir yangın yeri olan lanetli coğrafya, özgürlüğün coğrafyası oluncaya dek ne faşizmin utanç dolu zulmü ne de zulüm önünde diz çökmeyenlerin direniş hikayeleri sonlanmayacaktır.
İki emek ve özgürlük direnişçisinin şehit düşüş haberini insan duyduğunda önce inanmak istemez. Biraz duraklar, bir yanlışlık olduğunu düşünür. Sakinleşmeye çalışarak durumu anlamaya, döne döne yapılan haberlere, gazetede yazılanlara bakar. Kabullenmek, insanı fazlasıyla zorlar. Sonra Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in yaptıkları en son haber sunumu yeniden hatırlanmaya, onlarla en son nerede karşılaştığınızı, bitmesini istemediğiniz sohbetleri anımsamaya çalışırsınız. İçten içe derin bir hüzün çöker ve karşı konulamaz öfke büyür içinizde.
Zulüm ve ölüm altında her gün hem devrimci hem onurlu bir gazeteci kalmayı başaran Nazım Daştan ve Cihan Bilgin aynı zamanda bir özgürlük savaşçısıydılar. Gittikleri her yerde mücadelenin, direnişin bir parçası oldular. Direnişçilerin moral yüklü yoldaşı direnişin can parçası oldular. Nazım yoldaşı tanıyan onunla bir biçimde karşılaşıp biraz sohbet etme fırsatı bulan onda çok yönlü yoldaş özelliklerini rahatlıkla görür. O sadece Kürt, Arap, Êzîdî halkının değil, aynı zamanda Ermeni halkının, tüm devrimcilerin yürekten bir dostu, güvenilir yoldaşıydı. Karşılaşıp her görüşmemizde ondaki derin halk sevgisini, Ararat kadar yüce özgürlük tutkusunu, Ermeni halkının yaşadığı büyük felaketin derin öfkesini gözlerinde görmek, kurduğu cümlelerde hissetmek mümkündü. “Devrimci basın emekçisi olunacaksa, Heval Nazım gibi olunmalıdır” derim.
Nazım arkadaş, özgürlük mücadelesini özgür basın gazeteciliği içinde sınırlandırmadı. Rutine, sıradanlığa düşmedi. Araştırmacı, yaratıcı bir gazeteci oldu. Gelişimin yasalarına uygun olarak sürekli kendini yeniledi, eğitti, geliştirdi. Bilgi ve becerisini yoldaşlarıyla paylaşarak öncü rol oynadı. En zor zamanlarda en zor alanlarda en zor olanı başardı. Savaş ve direniş alanlarının muhabirliğinin nasıl yapılacağını öğrendi ve öğretti. Köyü yıkılmış, evi bombalanmış acılı kadınların en yakın en güvenilir yoldaşı oldu. Toprağın ve emeğin derin sesi oldu. Gülümsemesi hiç sonlanmadı. Duruşu, mütevazılığı, fedakarlığı güven veren bir yerde oldu. Onunla karşılaşan, tanışan her insan üzerinde büyük bir etki bıraktı. Derinden, sessiz bir nehir gibi akıp geçtiği her yeri usta bir örgütçü gibi örgütlemeye çalıştı. Söz verdi, son nefesine kadar sözünde durdu.
Bir savaşçı ne kadar cesur olursa Nazım heval o kadar cesurdu. Bir insan ne kadar hakikatin ortaya çıkarılmasında güçlü koşabilirse Nazım heval o kadar güçlü koştu. İpi ilk göğüsleyen oldu.
Sayısız habere imza attığı gibi ustaca kullandığı kamerasıyla DAİŞ’in TC ile olan organik bağını deşifre etti. Êzîdî katliamını, Taybet Ana’nın yere serili direnişini dünyaya duyurdu. TC’nin utanç ve iğrenç dolu dezenformasyon ve manipülasyon saldırılarının karşısında durdu. Deşifre etmediği, açığa çıkarmadığı bir gerçek geride bırakmadı. Menbiç, Tışrîn, Qarakozax alanlarında gerçek haberciliğin dürüst bilgisini dünyaya duyurdu. Ape Musa’nın generali olduğunu yaşamı, yaratıcılığı ve mücadelesiyle ispatladı.
Ateş hattında ölüm önünde zalimlerin karşısında kalemini isyan, kamerasını direniş haline getiren özgür basın emekçileri bir ordudan daha etkili savaş sürdürdü. Nazım’ın ayağında delindi ayakkabılar. Elinde eskidi kameralar. Ancak özgür bir vatan yaratma tutkusu ve kavgası asla eskimedi. Ne kalemi sınırlara ne de yüreği göğüs kafesine sığdı. Sınırsız br gazeteciliği her tarafa yaydı.
Anısına büyük saygıyla… Güle güle Ararat’ın gülen yüzlü yoldaşı… Güle güle…
(Yeni Özgür Politika – 24 Aralık 2024)