Cumartesi Anneleri, kayıplarının akıbetini sormak için eylemlerinin 785’inci haftasında sosyal medya üzerinden bir araya geldi. Koronavirüs salgını nedeniyle eylemlerini sosyal medya hesabı üzerinden canlı bağlantıyla gerçekleştiren Cumartesi Anneleri’nin bu haftaki eyleminde, 10 Nisan 1981’de İstanbul’da gözaltında kaybedilen Nurettin Yedigöl’ün akıbeti soruldu. Eylemlerinin 785’inci haftasında Covid-19 salgını nedeniyle sosyal medya üzerinden gerçekleştirdiklerinin hatırlatıldığı açıklamayı 1995’te gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı Besna Tosun ile 12 Eylül 1980 kayıplarından Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren yaptı.
Nurettin Yedigol’ün dosyasında kaybedildiği günden bu yana adaletin işletilmediğine dikkat çeken Besna, faillerin cezasızlıkla korunduğunu vurguladı.
‘Benden sonra çocuklarım bu mücadeleye devam edecekler’
Ardından konuşan Nurettin’in kardeşi Muzaffer Yedigöl, kardeşinin akıbeti için 39 yıldır çalmadık kapı bırakmamalarına rağmen adalet arayışlarına cevap verilmediğini ifade etti. Devletin gözünü, kulağını kapattığını vurgulayan Muzaffer, “Bir mezar istiyoruz. Abim nerede yatıyor? Mezarı nerede? İstediğimiz bu. Nefes aldığım sürece abimin akıbetini sormaya, aramaya devam edeceğim. Benden sonra çocuklarım bu mücadeleye devam edecekler. Bu mücadele hep sürecek. Nurettin Yedigol’ü unutmadık, hala kalbimizde yaşıyor ve yaşamaya devam edecek” dedi.
‘Gayrettepe Emniyetinde birlikte işkence gördük’
Daha sonra söz alan insan hakları aktivisti Ümit Efe, Nurettin’in kaybına tanıklık ettiği anları anlattı. Nurettin’in 1981 yılında İstanbul Maltepe’de bulunan işçi evlerinde kurulan bir polis karakolunca gözaltına alınarak Gayrettepe Emniyet Amirliği’ne götürüldüğünü söyleyen Ümit, kendisinin de o sırada aynı Emniyet Amirliği’nde gözaltında olduğunu ifade etti. Ümit, “Nurettin’i gözaltına alındığı gün gördüm. Birlikte işkenceye maruz kaldık. Nurettin’e dönük çok pervasızca, hoyratça, acımasızca ve gözden çıkarılmışçasına işkence yapılıyordu. 4 gün boyunca işkence odasından hiç çıkarılmadı. Hiç hareket edemiyordu. Vücudundaki hiçbir uzvu hareket etmiyordu. Yerde yatıyordu. Çekerek götürüp getiriyorlardı. 4’üncü gün bekleme odasında sadece ayakkabısı ve lacivert kazağı duruyordu. Nurettin’in nerede olduğunu sorduğumuzda ‘kaçtı’, ‘yok’, ‘böyle birini gözaltına almadık’ gibi cevaplar verildi. Biz o günden bu güne Nurettin’in akıbetinin açıklanmasını istiyoruz. Gözaltındaydı ve işkence yapılıyordu. Ama gözaltında olduğu kayıtlara geçirilmemişti. Ve çok yoğun işkenceler nedeniyle kaçması veya bırakılması söz konusu değildi. Akıbetini arama mücadelemiz devam edecektir. Unutmayacağız, unutturmayacağız” diye konuştu.
‘Herkes için adalet ve eşit haklar sağlansın’
Ardından söz alan 12 Eylül 1980 kayıplarından Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren açıklamayı okudu. Açıklamaya Covid-19 salgınının bir an önce kontrol altına alınmasını ve toplumun salgını en az zararla temennisiyle başlayan İkbal, bu temenninin gerçekleşmesi için iktidarın tüm ayrımcı uygulamalarına son vererek demokratik bir zeminde ve insan haklarını gözeten bir yaklaşımla bu süreci yürütmesi gerektiğini vurguladı. İkbal, “Umuda, iyiliğe ve dayanışmaya ihtiyacımız olan bu günlerde ‘ayırımsız herkesin yaşam hakkının korunması, herkes için adalet ve eşit hakların sağlanması’ talebimizi yükseltiyoruz” dedi.
‘Polis baskınıyla gözaltına alındı’
İkbal devamında Nurettin’in hikayesini şu sözlerle paylaştı: “Sosyalist kimliği ile bilinen 26 yaşındaki Nurettin Yedigöl İstanbul’da yaşıyordu. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin ardından hakkında yakalama kararı çıkartıldı. 10 Nisan 1981 tarihinde İstanbul İdealtepe’de bir eve yapılan polis baskınında gözaltına alındı. Dönemin ünlü işkence merkezi Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Nurettin’in ailesi, başta Kenan Evren ve dönemin askeri savcısı Faik Tarımcıoğlu olmak üzere devletin ilgili tüm birimlerine başvurdu. Ancak başvurulara sözbirliği halinde ‘Nurettin’in hiç gözaltına alınmadığı’ cevabı verildi.”
‘Şahidiz, işkencede öldürüldü’
Nurettin’İn gözaltında oluğuna 10 kinin tanıklık ettiğini ifade eden İkbal, “Şahidiz, işkencede öldürüldü’’ diye ifade verildiğine dikkat çekti. İkbal, “Nurettin Yedigöl’ün gözaltında kaybedilmesi ve faillerin yargılanması ile ilgili yapılan başvurular sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından üç ayrı soruşturma yürütüldü. Ancak soruşturmalarda zaman aşımı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildi. Son olarak anne Zeycan Yedigöl, 15 Şubat 2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. 10 Aralık 2015 tarihinde Anayasa Mahkemesi, evrensel hukuka ve teamüllere aykırı bir biçimde başvuruyu diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelemeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verdi” diye belirtti.
‘İç hukukta tüm yollar kapanınca dava AİHM’e taşındı’
“Nurettin’in gözaltında kaybedilmesi 12 Eylül 1980 askeri darbesi döneminde insanlığa karşı suç oluşturacak biçimde, bir devlet politikası dâhilinde işlenmiştir” diyen İkbal, bu nedenle evrensel hukuk normlarına göre Nurettin’in dosyasının zamanaşımına tabi tutulamayacağına işaret etti. Anayasa Mahkemesi ve yargı makamlarının tutumunun devletin ulusal ve uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı olduğunun altını çizen İkbal, “Kaybedilişinin 39. yılında Nurettin Yedigöl dosyasında etkili bir yargı faaliyeti yürütülmesi, Nurettin Yedigöl’ün akıbetinin açığa çıkartılması, onu kaybedenler üzerindeki cezasızlığa son verilmesi için adli ve siyasi makamları göreve çağırıyoruz. Nurettin Yedigöl için, bütün kayıplarımız için hakikat ve adalet talebimizden vazgeçmeyeceğiz. 86 haftadır bize kapatılan kayıplarımızla buluşma mekanımız olan Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz” ifadelerini kullandı.