Suriye yönetiminin düşmesinin ardından Suriye’deki yeni yönetim ve Rojava’da yaşananlar ve TC devletinin devam eden saldırıları ilgili Ş.Eylem Yıldız Taburu komutanlarından Nergiz Asya ile söyleşi yaptık.
– Son süreçte Ortadoğu’da birçok gelişme yaşanıyor. Filistin’de İsrail işgaline karşı verilen direniş sonucunda İsrail hükümeti masaya oturmak zorunda kaldı. Rojava’da da benzer biçimde TC devletinin saldırıları karşısında süren bir direniş var. TC devleti bir tarafta “çözüm” derken diğer taraftan saldırılarına devam ediyor. Bu gelişmeler göz önüne alındığında Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi Önderi Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeleri ve bu bağlamda Rojava Devrimi’ni bekleyen gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Filistin’deki direniş güçlerinin, İsrail’e yönelik başlattığı Aksa Tufanı operasyonu ile birlikte ABD-İngiltere-AB emperyalistleri Filistin başta olmak üzere Ortadoğu’yu yeniden kan pazarına dönüştürme ve bu pazardan halkların kanını dökerek nemalanmaya çalışması süreci hızlandırıldı. Uzun süredir Çin-Rusya emperyalist bloğunun Ortadoğu’da artan etkisini kırmak, İran molla rejiminin etki alanlarını daraltmak için Filistin’den başlayarak Lübnan ve Suriye’de, bölgedeki temsilcileri siyonist İsrail ve faşist TC devletleri ve onların yerel işbirlikçi güçleri üzerinden hamle yaparak, yeniden bir dizayna giriştiler. Batılı emperyalistlerin Ortadoğu’da uygulamaya koydukları pazar hakimiyeti savaşında, başka engellerin yanında TC devletinin Kürt ulusunun kazanımlara yönelik saldırıları yer alıyordu. Aslında ABD ve batılı emperyalist güçler, bölgede TC devleti ile Kürt hareketi arasında bir uzlaşmanın kendi çıkarlarına daha fazla hizmet edeceğinin farkındalar.
O açıdan öncelikle TC’nin, özellikle Rojava’da Özerk Yönetimi’ne yönelik saldırılarının önünü açtılar. Yani TC devleti, Özerk Yönetim topraklarını tamamen ya da büyük oranda işgal edebilirse bu, emperyalistler açısından tercih edilebilirdi. Ancak özellikle Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) Tişrin-Qaraqozak hattında gösterdiği muazzam direniş, TC’nin hayallerini, umutlarını boşa çıkardı. Gösterilen bu direnişle birlikte, batılı emperyalistler de TC’ye “bak, sana tanıdığımız fırsatı kullanamadın, şimdi sıra bizim çözümümüzde” dediler ya da en yakın zamanda diyecekler. Tişrin-Qaraqozak direnişi gerçekten incelenmesi gereken çok fazla ders ve tecrübeyle doludur. PKK önderi A.Öcalan ile görüşmelerinin gecikmesinin nedeni bu zaten. Askeri operasyonlarla Özerk Yönetimi tasfiye etme saldırıları boşa düştü ve uzlaşma çabasına giriştiler. Yani Kürt meselesi, uzun süredir Türkiye sınırlarından çıkıp bir bölge meselesi haline gelmiştir. O açıdan bu girişimlerini batılı emperyalistlerin Ortadoğu’daki planlamalarına uygun bir şekilde Kürt Ulusal Sorunu’nun “çözümü” konusunda adımları olarak değerlendirmek mümkün gözüküyor.
Partimiz bu konuda daha kapsamlı değerlendirmeleri kuşkusuz ki yapacaktır.
Ancak Rojava Devrimi’nin geleceği konusundaki sorduğunuz soruya dair birkaç şey söylemem gerekirse; bir şekliyle HTŞ yönetimi, Rojava’daki Özerk Yönetimin taleplerini karşılamak zorunda kalacaktır.
Bu zorunluluk bir taraftan halkların direnişinin ve kazanımlarının getirdiği baskı oluştururken, diğer taraftan da emperyalistlerin güçlü bir HTŞ yönetiminin merkezindeki bir Suriye devleti oluşturmak istememesiyle alakalıdır. Yani emperyalistler nasıl rahat yönetebilirlerse o şekilde bir sistem kuracaklardır.
“Tişrin- Qaraqozak köprüsü işgalcilere geçit vermedi, vermeyecek!”
– Aslında tam da sizin de belirttiğiniz gibi bu süreci emperyalistlerin hedeflerinden bağımsız ele almamak lazım. Özellikle Suriye ve Rojava’da yaşanan gelişmeler emperyalistlerin hedefleri kapsamında birçok bilgi veriyor. Bunun karşısında süren direnişlerin rüzgarı tersine çevirdiği de bir gerçek. Siz de Tişrin-Qaraqozak direnişinin incelenmesi gereken çok fazla ders ve tecrübeyle dolu olduğunu söylediniz. Biraz açabilir misiniz bu söylediğinizi?
– Yani aslında onlarca şey söylenebilir. Ama dağıtmadan birkaç noktaya özellikle dikkat çekmek isterim. Bu direnişten önceki süreçte, yani HTŞ’nin Suriye rejimi topraklarına başlattığı hamleyle birlikte TC’ye bağlı SMO çeteleri de Tıl Rıfat-Şehba’ya ardından Minbiç’e saldırdılar, işgal ettiler. QSD güçleri, bu saldırılara karşı belli bir direniş gösterse de istenen düzeyde olmadı ve buralardan geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu geri çekilmelerle birlikte psikolojik moral üstünlüğü TC’ye ve ona bağlı çetelere geçti. Bunun da hem halk içerisinde hem de askeri güçler içinde yarattığı tahribatı tahmin edebilirsiniz. İşte Tişrin-Qaraqozak direnişi bütün bu olumsuzlukları alt üst ederek yeniden muazzam bir moral üstünlüğü, askeri, siyasi bir başarı ve halkın güvenini yeniden tesis etti. O hattaki direniş bütün Rojava topraklarını ve kazanımlarını korumanın yolunu büyük bir mücadeleyle döşedi. Bugün birçok emperyalist devlet, siyonist İsrail devleti gibi özgürlük düşmanları Kürt halkının haklarından bahsediyorsa bu iradenin kırılamayacağını anladıkları içindir.
O açıdan yapılan ve yapılacak tüm görüşmelerin ve anlaşmaların daha fazla halklar lehine olmasının en başat faktörü sahada gösterilen direniş ve başarılardır.
– Peki askeri anlamda nasıl değerlendirirsiniz bu direnişi? Son yıllarda tekniğin gelişimi ve kullanımı konusunda birçok şey söylendi ve analizler yapıldı. Siz başat faktörün direniş olduğunu söylediniz. Bizler de görüyoruz ki Tişrin’de halk kitleleri de yerlerini aldılar. Halkın katılımı nasıl etkiledi bu süreci?
– Evet ders ve tecrübelerle dolu derken bu boyutu da değerlendirmek istiyordum zaten. Bu, direnişin tam da sac ayaklarıdır, askeri güçlerin başarısı ve halkın bu direnişe öncü olması.
45 günden fazladır, TC ve SMO çetelerinin her türlü kirli yöntemlerle en vahşice saldırılara rağmen kırılmayan, tam tersi kıran direniş, askeri olarak çok değerli başarılara imza attı. Öncelikle Minbiç’te yapılan hatalardan ders çıkararak “Her ne olursa olsun geri çekilme olmayacak” iradesi ortaya konunca bu iradeye uygun bir pratik sergilendi. Yani bir kere gemiler yakılınca en üst boyutlarda bir savaş direniş ortaya konuldu.
Elbette bu tarihi direnişin ayırdedici önemli yanlarından biri de “Brusk” adı verilen kamikaze dronların kullanımı oldu. Bazı günler oldu, düşman saflarına yönelik seksene yakın eylem gerçekleştirildi. Bu söylediklerim sadece isabetli vurulanlar bu arada. Tabi bu hava eylemlerinin düşman unsurları üzerinde çok ciddi etkisi oldu. Ancak basına sürekli hava eylemleri yansısa da -ki görüntü alabilmek ile de ilgili- çeşitli branşlarda suikast, sabotaj, füze, ağır silah eylemleri de bu savaşta önemli bir yer tuttu. Tabi en önemlisi de operasyonel güçlerin gerçekleştirdiği eylemlerdir. Bunun altını özel olarak çizmek istiyorum. Çünkü TC devleti de özgürlük savaşçılarına yönelik çok üst düzeyde hava saldırıları yaparak kendi çetelerine destek verdi ancak sahada savaşma iradesi kırılmış çeteler olunca bu hava saldırılarının çok fazla önemi kalmıyor. Yani o kadar hava saldırılarına rağmen düşman bir adım dahi ilerleyemiyor. Bunda her ne kadar QSD güçlerinin gerçekleştirdiği dron eylemlerinin büyük etkisi olsa da, esas neden, mevzilerde savaşan devrimci savaşçı unsurudur. Bu da bir kez daha savaşta belirleyici olanın insan iradesi olduğunu doğruluyor.
Onun dışında belki Rojava Devrimi tarihinde ilk kez bir savaşta, askeri güçler ile halk birlikte mevzilerini koruyor. Gerçekten de halkın Tişrin Barajı’nda başlattığı nöbet eylemleri direnişe çok farklı bir boyut kattı. Mevzilerdeki savaşçılara çok büyük moral ve cesaret verdi. Türk devleti de, halkın katılımıyla birlikte direnişi en yüksek boyuta taşıdığını gördüğü için hemen her gün halkın üzerine bombalar yağdırdı. Ancak bu bombalar ne halkın ne de askeri güçlerin geri çekilmesine korkmasına neden oldu. Tam tersine kitleler daha inançlı, daha inatçı bir direnişle yağan bombaları karşıladı. Benim açımdan bu savaşın en büyük kazanımı, en büyük bomba olan halkın düşman hedeflerinde yarattığı çaresizlik ve acizlik oldu.
“Onlara layık birer militan olma sözünü yeniden vereceğiz!”
– Oldukça yoğun bir süreç yaşanıyor. Parti ve Devrim Şehitleri Haftası’nı da böylesi bir atmosferde karşılıyorsunuz? Duygu ve düşüncelerinizi paylaşmanızı istesek ne söylemek istersiniz?
– Partimiz kurulduğundan beridir aynı zamanda Ocak ayının son haftasını “Parti ve Devrim şehitleri haftası” ilan ettiği 1978’den bugüne, bütün haftaları kesintisiz bir şekilde her zaman savaş içerisinde, mücadele içerisinde karşılamıştır. Bu açıdan önemli bir değişiklik olmamasına rağmen belli özgünlükler barındırıyor bu yıl Ölümsüzler Haftasını karşılamamız. Normal şartlarda, uzun yıllardır bütün faaliyet alanlarında tüm güçlerimizle bir arada anmalar gerçekleştiriyorduk, bu yıl böyle bir imkanımız yok. Ancak her bir yoldaşımız, her bir birimimiz kendi bulunduğu alanlardan tek bir yürek ve bilinç olarak anacak ölümsüzleşenlerimizi. Halk Ordumuz içerisinde her yıl gelenek haline gelen Ocak ayının son haftasında yaptığımız askeri törende okuduğumuz Halk Ordumuzun andını farklı cephelerde, alanlarda okuyacağız.
Geçtiğimiz yıl yaptığımız anmada bunu ifade etmiştik; “Belki önümüzdeki yıl bir arada olamayacağız, hatta tek başımıza bile kalabiliriz ama mutlaka her bir yoldaşımız and içmeli, partiye ve ölümsüzlerimize bağlılığını yinelemeli” diye. Bu yıl tam da öyle olacak. Bazı yerlerde yoldaşlarımız tek, bazı yerlerde birimler halinde ama ne yaptığımızın ve partimizin, sınıf mücadelemizin bir sıra neferi olma bilinciyle önder yoldaşımıza, partimize, ölümsüzlerimize ve mücadeleyi sürdüren tüm yoldaşlarımıza bağlılığımızı yineleyecek onlara layık birer militan olma sözünü yeniden vereceğiz.
– Böylesi tarihsel bir geçiş sürecinde yaptığınız değerlendirmeler oldukça önemli. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
– Aslında söylemiş oldum son sözlerimi ancak birkaç şey daha ifade etmek gerekirse şunları söyleyebilirim: Dünyanın her yerinde, rüzgarın emperyalistlerden, ezen sınıflardan estiğine dair çokça gelişme yaşanırken, şöylesi bir gerçeklik var; mesela bir güvercinin gökyüzünde uçması için kanatlarını aşağıya ve yukarıya doğru hareket ettirmesi gerekir. Bu, gökyüzünde kalmasının ve uçabilmesinin bir koşuludur. Ancak mücadele var oldukça yani biz sürdürdükçe rüzgar hep bizden taraf olur. O açıdan ezen sınıfların ezilenlere açtığı bu savaş, şimdilik her ne kadar ezenlerin lehine görünse de ezilenler gücünü kendi kanatlarından alarak rüzgarı kendilerine çevirecekler. Bunun gerçekleşmesi için de ezilenlerin safında olan herkesin dünden daha fazla inançlı, kararlı, dünden daha fazla cesur, fedakar ve savaşkan olması gerekiyor. Partimizin 4. Genel Sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşın dediği gibi “Biz bu söylediklerimizi yapabiliriz, yapmalıyız, yapacağız!”