Politik arenalardaki ittifakların savaş ve devlet tarihi kadar eski bir geçmişi vardır. Ortadoğu gibi çatışma ve savaşların eksik olmadığı bölgelerde, ittifaklar, adeta savaş yasası gibi işliyor. Hem devletler arasında hem direniş örgütleri arasında hem de devletlerle direniş örgütleri arasında gerçekleşen ittifaklar, güç dengelerini belirleyebilen etkiler yaratırken; ittifak bileşenlerini güçlendirdiği kadar kısıtlayabilmekte ve bazen zayıflatabilmektedir.
Devletler arası ittifakların geçici olanları kadar uzun süreli olanları, küresel güç dengelerini belirleyen blokların oluşmasını sağlamıştır. Bir taraftan “batı”cı denilen ABD, İngiltere, AB emperyalistleri; öbür tarafta “doğu”cu denilen Rusya ile Çin emperyalistlerinin kurduğu ittifaklar, pek çok devleti kendi bünyesinde barındırıyor. Özellikle son 20 yıl içerisinde Rusya ile Çin’in kurduğu ittifaklar, pek çok devleti daha içeriyor.
Son 20 yıl içerisinde Rusya ile Çin’in öncülük ettiği ŞİÖ’nün (Şanghay İşbirliği Örgütü) nüfuz alanı, Güney Amerika, Sahra Altı Afrika, Güneydoğu Asya’da batıcı blokun aleyhine olacak şekilde genişledi. İki kutuplu dönemin aksine, günümüz ittifakları ve bloklaşmalarının daha esnek olabildiği malum. Dolayısıyla eski kutupsal ilişkiler yerine daha esnek ve kompleks ilişki ağlarının geliştiği gözlemlenebiliyor. Yine de bazı ittifakların tecessümü olarak biçimlenen örgütlenmelerin, güç dengelerinin ana merkezleri olarak işlevlendiği söylenebilir. Batıcı blokun NATO’su, doğucu blokun ŞİÖ ya da BRICS’i, ittifaklar arası güç dengelerini/ilişkilerini daha net görmeyi sağlayabiliyor.
İttifaklarda politik çıkarlar kadar, iç ve dış tehdit algısı, tarihsel, kültürel, dini, etnik bağlar, uzun vadeli hedefler, devletin karakteri, iktidar odakları arasındaki ilişki tarzları vb. de etkili olabiliyor. Diğer taraftan devlet ittifakları, bileşenlerini güçlendirdiğinde bile, hareket alanını daraltıp güç kaynaklarının kullanımını kısıtlayabildiğinden dolayı, güçsüzleştirme eğilimini de beraberinde taşıyabiliyor. Güçlenme eğilimi, bazen -Suriye Devleti’nin iç savaşta Rusya’ya sarılması gibi- salt hayatta kalma eğilimiyle sınırlı kaldığında, ittifak, adeta bir prangaya dönüşebiliyor.
Devletler arası ittifaklar, yerel ile küresel güç dengelerinin daha fazla iç içe geçtiği ve birbirini daha hızlı/fazla etkileyebildiği günümüzde, direniş örgütleri arasındaki ittifakların da sürekli gündemde kalmasını sağlayabiliyor. Ortadoğu özgülünde Mısır, Suriye, Filistin, Afganistan, Pakistan vb. ülkelerdeki selefi-Sünni örgütlerin kendi aralarındaki ittifakları, güç dengelerini etkileyebiliyor. Bir ittifak olarak kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), El Fetih’in pasifizmiyle, direniş ittifakından çok, direniş önündeki set gibi durmaya başlamıştır. Irak’ta Şii örgütlerin kurduğu ittifak, Irak Hükümeti, Kürtler ve Sünni Arap aşiretlere karşı güç dengelerini belirleyebiliyor.
Suriye’de SDG bünyesindeki ittifak fiili özerklik kurabilmiştir. Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi (KUÖH), dört parçada kurduğu ittifaklarla gücünü sürekli büyütebilmiştir. Yanı sıra küresel çapta artırdığı ittifaklarla küresel meşruiyetini artırmış ve diplomasideki etkinliklerle bu meşruiyetin kazanıma dönüşmesini sağlayabilmiştir.
Hamas ve ittifak arayışı
İttifakların diğer boyutu olan, direniş örgütleriyle devletler arası ittifakların daha karmaşık ve sorunlu biçim aldığı söylenebilir. Filistin direnişinin üç ana akımını oluşturan dini (Hamas vs.), ulusal (El Fetih vs.) ve “Marksist” (FKCH vs.) örgütleri, Suriye, Mısır, Irak gibi devletler başta olmak üzere, Körfez devletleri, TC ve İran’la sürekli ittifak arayışında olmuşlardır. Ancak bu ittifak yönelimi, devletin ve iktidarın niteliklerini sınıfsal zeminde gerçekçi/toplumcu bir çerçevede göremediğinden, bu devletlerden defalarca darbe yemelerine rağmen, bu ittifakların niteliğini değiştirmemişlerdir. Bu da ilgili örgütlerin sınıfsal karakterlerinden bağımsız değildir.
Örneğin bu örgütler İsrail Devleti’nin düşmanı saydıkları Suriye Devleti’ni kendi “dost”u olarak görmüşlerdir. Sünni Hamas, Nusayri azınlık yönetime sahip Suriye ve Şii İran’ın yanı sıra TC ve Körfez devletleriyle sürekli ittifak arayışında olmuştur. Hamas, ekonomik gücünü veya siyasi bürosunun güvenliğini bile Körfez devletlerine bağımlı kılarak, adeta bu devletlerin dış politik uzantısı gibi hareket edebilmiştir.
Dini ve etnik kimlikleri tek yanlı ve yanılsamalı şekilde öne çıkartarak Körfez devletlerine bel bağlayan Hamas, İbrahim (Abraham) Antlaşmaları’yla bu devletlerin Siyonist İsrail Devleti’ni resmen tanımasıyla sırtından bıçaklanmış oldu. Tersi de doğrudur. Suriye’ye yönelik selefi cihatçı saldırısında Hamas, Esad rejiminin karşısında yer almıştır. Buna rağmen devlet ve iktidarın diğer niteliklerini göremeyen Hamas, öteki devletlere yoğunlaşarak devlete bağımlı direniş çizgisini sürdürmüş ve daha fazla zayıflamıştır.
Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısı sonrasında İsrail ile İran arasındaki gerilim arasında ezildiği söylenebilir. Yaklaşık yüz devletin Filistin Kurtuluş Örgütü’den Mahmut Abbas liderliğindeki Filistin Devleti’ni tanıması ve küresel bir desteğin sürmesine rağmen Hamas, dünya kamuoyunun desteğini öne çıkartmak yerine, hem FKÖ ile olan çelişkilerini öne çıkarmış hem de bölge devletlerine eklemlenen politik hattıyla iyice zayıflayarak Filistin Direnişinin iç dinamiklerini de sürekli zayıflatmıştır.
Kuşkusuz bunda FKÖ’nün işbirlikçi tavrı da etkilidir. Ancak Hamas’ın tıpkı Gazze’de olduğu gibi bir bütün Filistin genelinde direniş örgütleriyle ittifak kurup güçlendirmek yerine, bölge devletleriyle ittifakı esas alıp büyüten Hamas, direnişi, iç dinamiklerin ekseninden çıkartıp bölge devletlerinin eksenine taşımış ve devletler arası güç ilişkilerine/dengelerine hapsolmuştur.
Hamas’ın devletlere bağımlı ittifak politikası, kendi program ve ideallerine karşı tutarsız olmasını da sağlayabilmektedir. İttifak kurduğu ya da bel bağladığı devletlerle ters düşmemek adına, desteklemesi gereken diğer direniş örgütlerinin devletlerce zayıflatılmasına ses çıkartmamıştır. Suriye, Irak, TC, İran’daki direnişlere destek vermeyen/veremeyen Hamas, sömürgeci zihniyete karşı tutarlı ve yüksek sesli eleştiri yapamaz hale gelmiştir. Böylece İsrail’in işgali ve sömürgeciliğine karşı mücadeleyi dini eksene/kimliğe sıkıştırmak zorunda kalmıştır. Güçlenmek adına bölge devletleriyle ittifak yapan Hamas, bu devletlerce giderek daha fazla zayıflatılmaktan kurtulamamıştır.
Varoluş dinamikleri güçlendirir!
Benzer paradoksun önümüzdeki dönemde KUÖH’nin de önünde bir tehdit olarak durduğunu ön görmek gerekir.
KUÖH, birbirine rakip blokların devletlerle aynı süreçte kurduğu ittifaklarla hızlı bir atılım sağlayabilmiştir. Bu sayede Suriye’de belli bir politik güç elde ederek fiili bir özerklik inşa edebilmiştir. Ancak bu politik gücün idamesi için ilişkide olduğu emperyalist devletlerin bölgesel politikalarıyla ters düşmemek adına, kendisi gibi sömürgeciliğin mağduru olan Filistin ulusal hareketine (Hamas’a değil) yeterli bir destek vermeyerek, sömürgeciliğe karşı tavrında/eleştirisinde tutarsız davranmıştır. KUÖH , Gazze katliamına yönelik bile bir yıl boyunca yüksek sesli eleştiri getirmekten çekinmiştir.
Ezilen ve sömürülen bir ulusun ve Rojava’da halkların temsilcisi sıfatıyla birçok direniş örgütüyle ittifak kuran KUÖH, bu ittifakları, devletler dolayımıyla elde ettiği politik güce kurban etme eğilimini taşıdığından dolayı Hamas’ın yaşadığı sorunları yaşama riski taşıyor.
Filistin Ulusal Direnişi gibi kadim, meşru ve küresel etkili bir direnişi ABD ve İsrail’i “kızdırmamak” adına ya da sahip olduğu politik gücü/desteği kaybetmemek adına desteklenmemesinin bedeli ağır olabilir. Bu bedel, gücün büyüsüne kapılarak, gücün kaynağı sayılan devletlere ve onların güç ilişkilerine eklemlenmeyi beraberinde getirebilir.
Devletlerle ittifak ya da emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanma politikası zaman zaman gerekli olabilse de bu ittifakın eleştirel, tutarlı ve toplumun varlık dinamiklerine göre örülmesi gerekir. Direnişler ve ittifaklar, sömürgeciliğin ve sömürünün ana eksenlerine odaklanmadıkları sürece onların parçası olabilme riski taşıyacaklardır. Toplumsal değişimi hedefleyen bir hareketin, kendini toplumun varoluş dinamiklerine göre uyarlaması ve politik hattını bu eksende örerek savaşımını yükseltmesi onu güçlendirir.
Sonuç olarak direniş örgütlerinin birbirleri arasında ya da bir direniş örgütünün gerici devletler ve emperyalistlerle ittifakları/ilişkileri ve görüşmeleri elbette olabilir ve olmaktadır. Burada bizler açısından temel mesele bu tür ittifakların ilgili örgütlerin ideolojik çizgisinden bağımsız olmadığı ve olmayacağını akıldan çıkarmamamız gerekir. Bir ulusal hareket o harekete önderlik eden sınıfın (ulusal ya da küçük burjuvazinin) sınıfsal çıkarlarını önceler. Bu durum onun ittifak politikalarında ve ilişkilerinde sallantılı bir çizgide olmasını doğurur. Bu aynı zamanda kendi direnişin güçlenmesine değil zayıflamasına neden olur.